METAKOGNİTİF TERAPİ
Aslında önce metakognisyon nedir sorusuyla başmamamız gerekir. İnsanoğlu ne düşündüğünü, ne hissettiğini, neyi bilip neyi bilmediğini bilebilen bir canlıdır. İşte kognisyon dediğimiz bu içeriklerin farkında olabilme haline metakognisyon diyoruz. İlk defa 1974 yılında Flavell tarafından tanımlanmış ve insanların kendi düşünce proçeslerini aktif şekilde izleyebilmesi ve düzenleyebilmesi olarak tanımlanmıştır. Metakognitif bilgi şu şekilde kategorize edilmiştir: Yordam bilgisi (Procedural knowledge): Bir işin ya da görevin başarıyla ne şekilde gerçekleştirilebileceğini bilme durumudur. Mesela, bir kişinin bir dairenin alanını nasıl hesap edeceğini bilmesi gibi. Bildirimsel bilgi (Declarative knowledge): Burada ise kişinin bu hesaplamayı yapıp yapamayacağını bilmesini yani kendi yeterlilikleri konusundaki bilgisi yer alır. Yani, dairenin alanine hesaplayıp hesaplayamayacağını bilmesi gibi. Duruma dayalı bilgi (Conditional knowledge): Üstbilişsel bilginin bu düzeyi Flavell tarafından yordam bilgisi ve bildirimsel bilginin ikisinin birden bulunduğu bir düzey olarak tanımlanmıştır.
Hayvanlarda özellikle şempanzelerde metakognitif bilgiye sahip olabilecekleri konusunda bazı veriler elde edildiyse de gerçek anlamda metakognitif bilgiye sahip olmak insane ait bir özellik gibi durmaktadır. Bilişsel terapilerin geldiği süreç bize düşüncelerin duygusal sonuçlar, davranışlar ve ruhsal yönden kendini iyi hissetme hali üzerine etkili olduğu nosyonunu net bir şekilde oturtmuştur. Bilişsel teori bu noktada düşünce içeriğine önemli bir vurgu yapmıştır. Bilişsel davranışçı teorilerde düşünce içeriği büyük önem taşırken; nasıl düşündüğümüz ve düşüncelere nasıl cevap verdiğimiz üzerinde pek durulmamıştır. İşte metakognitif teori düşünce içeriğinden çok düşünceye nasıl cevap . verdiğimiz üzerine oodaklanmıştır. Şimdi bir an için içinde bulunduğunuz günün o saatine kadar zihninizden ne tür farklı düşünceler geçtiğini hayal edin. Zihnimize gelen ve geçen bir çok düşünce olmuştur. Bunların önemli bir kısmı mesela günlük en az 2500 tanesi de olumsuz tarzda zihnimizden birden geçen düşüncelerdir. Bu düşünceler sürekli akış halinde zihnimizden geçtiğine göre bu akışı bozarak bazı düşüncelerin zihnimizde kalıcı halde bulunmasını sağlayan ne olabilir? Metakognitif teori bunu şu şekilde izah etmektedir: Bazı düşünceler serbest bırakılıp gitmekte ve bazı düşünceler sündürülüp tekrar tekrar kullanılmaktadır. Aslında bu durum, bizlerin içsel deneyimlerimizle kurduğumuz ilişki tarzından kaynaklanmaktadır. Bazı düşünceleri sündürecek ilişkiye girmemiz psikopatoloji zeminin oluşturmaktadır. Wells tarafından düşünce pek çok müzisyen ve çalgı aletlerinin bulunduğu bir geniş orchestra gibi düşünülmüştür. İyi bir eser üretebilmek için nota düzeni ve gidişatı belirleyecek bir orkestra şefine gereksinim vardır. Metakognisyon işte bu nota düzeni ve orkestra şefi ile analog olarak düşünülmüştür. Günlük yaşantımızda hepimiz karşılaştığımız pek çok durumda üzüntü, kızgınlık, öfke, mutluluk ya da kaygı gibi pek çok duygusal süreç yaşarız. Bunlar geçici bir şekilde ortaya çıkar ve kaybolur. Zihin yapımız kendisinin oluşturduğu esnek mekanizmalarla bu olumsuzve işlevsiz düşünce ve inançları ele alarak onun üstesinden gelmeyi başarır. Ne zaman ki bu düşünce ve inançları sündürmeye, tekrar tekrar analiz etmeye başlarız işte bu noktada duygusal huzursuzluk tuzağına düşmşüzdür. Burada devreye giren ise işlevsiz metakognisyonlardır. Bu işlevsiz metakognisyonlar, bu esnek yapılanmayı bozarak içsel deneyimlerimize psikopatoloji ortaya çıkaracak şekilde cevap vermemize neden olmaktadır. Esasında temelde metakognisyonlarımız zihnin nasıl işleneceğinden sorumlu olan bilişlerdir. Bilişsel teorinin odaklandığı ne düşündüğümüzün ötesinde nasıl düşündüğümüzü belirleyen inançlardır. Beck’in klasik bilişsel terapisinin odaklandığı duygu ve davranışlarımız belirleyen şeyin düşünceler olduğu nosyonu metakognitif teori tarafından da kabul edilmeltedir. Aradaki fark şu noktada ortaya çıkmaktadır: Düşünceye verilen cevap tarzı, ki Wells bunu bilişsel dikkat sendromu (cognitive attention syndrome, CAS) olarak tanımlamıştır, aslında psikopatolojiyi belirleyen şeydir düşünce içeriğinden öte. Tetikleyici bir düşünceye verilen üzerinde abartılı şekilde analizlerle yapılan tepkiler, uzamış endişe ve ruminasyon tarzındaki düşünmenin asıl psikopatolojiyi oluşturan şey olduğu vurgulanmıştır. Klasik BDT, psikopatolojiye tetikleyici düşünce içeriğinin yol açtığını öne sürerek bu düşünce içeriğini esnetmeye ve sarsmaya çalışır. Yani aslında temel mesele klasik BDT’de düşünce içeriğiyken yani ne düşündüğümüz iken; MCT’de temel nokta nasıl düşündüğümüz ve tetikleyici düşünceye cevap verme tarzımızdır. MCT asıl sorunun işlevsiz düşüncelere esnek olmayan ve tekrarlayıcı tarzdaki cevap verme tarzından kaynaklandığını ileri sürer ve bunun da psikopatolojiyi oluşturduğunu ileri sürer. Şöyle bir örnek verecek olursak ki ben bunu görüşme sırasında MCT’nin temel mantığını anlama konusunda hastalara örnek olarak sıklıkla kullanıyorum: Köprünün kenarından geçerken “kendimi tutamayıp şu köprüden aşağı ya atarsam” diye zihninden düşünce geçen birisi bu düşünceye nasıl cevap verirdi? Diye sorduğumda buna verilen cevaplar genellikle “neden kendimi atayım?”, “bu sadece bir düşünce” ya da “ne kadar heyecanlı olurdu!” vs. tarzındaki tepkilerdir. Aslında sağlıklı kişi bunun sadece zihninden geçen bir düşünce olduğunu bilir. Obsesif kompulsif bozukluğu olan birisinde ise köprünün kenarrından geçerken “kendimi tutamayıp şu köprüden aşağı ya atarsam” şeklinde bir düşünce geçtğinde buna cevap tarzı ise köprüye daha fazla tutunmak ya da köprü korkuluklarından uzakta durmak, “böyle düşündüğüme göre acaba gerçekten atabilir miyim?”, “zihnime geldiğine göre gerçekten atabilecek potansiyeli olan birisiyim” tarzındaki düşüncelerdir. Yani aslında MCT bireyin ne düşündüğünden ziyade nasıl düşündüğünü ele alır ve problemin işlevsiz düşüncelere esnek olmayan ve tekrarlayıcı tarzdaki cevap verme tarzından kaynaklandığını ileri sürer. Kişi ancak metakognitif modda iken, ki bu biraz sonra tanımlanacaktır, geçerse içeriğe müdahale etmenin işe yarayacağını vurgular. Beceriksiz olduğunu düşünen bir hastaya bir BDT terapisti beceriksiz olduğunu gösteren kanıt ne, tam tersine becerikli olduğunu kanıtlamaya çalışsaydık ne tür kanıtlar ileri sürerdin sorusunu sorarken bir MCT terapisti sürekli beceriksizliğin gözden geçirmenin anlamı ne, beceri ve beceriksizlikle uğraşmasaydın ne olurdu sorusunu sorar. Zaman zaman hepimizde yaşadığımız bir olay sonrası sevilmiyorum tarzında bir düşünce ortaya çıkabilir. Ama bir süre sonra kişi yeni sevgi nesnesi bulur, yeni bir uğraş bulur ve zihnin esnek yapısı bu düşünceyi etkisizleştirir. Bazı kişilerde ise bu iyice derinleşerek kişi giderek kötüleşir işte bunu oluşturan işlevsel olmayan metakognisyonlardır.
Bireylerin düşünce ve inançlarını zihninde meydana gelen olaylar olarak yorumlaması beklenmez. Düşünce ve inançlarımızı iç olaylar olarak değil de gerçeklikle karışmış halde görürüz. Buna rağmen, zihnimiz bu karışmış halde psikopatoloji oluşmasını engelleyen bir esnekliğe sahiptir. Bu esneklik içerisinde biz bu karışmışlığı psikopatoloji olarak yaşamadan hayatımızı sürdürürüz. Bu düşünce ve inançları kendimizin ve dünyanın bir parçası olarak algılayarak devam ederiz. Yani aslında düşünce ve inançların sadece zihnimizde geçen olaylar olarak göremeyiz. Buna object mod ismini vermiştir Wells. Tam tersine düşünce ve inançlarımızı dış düya ve kendimizden bağımsız olaylar olarak görme deneyimine ise metakognitif mod ismi verilir. MCT’de prensip olarak görüşmenin metakognitif modda sürdürülmesi esastır. Burada bahsetmemiz gereken önemli bir nokta BDT olaylar ve şeyler (things) üzerine gelişen düşüncelerle çalışırken; MCT ise doğrudan düşüncelerle üzerine olan düşünceler ve inançlarla çalışmayı esas alır, yani diğer bir deyişle MCT’de olaylar ve şeylerle (things) uğraşma yoktur.
Bilişsel işlemler bilgiyi yani inputu, 3 düzeyde işlemektedir: 1-Düşük-düzey işlemleme (low-level processing), 2-Kognitif işlemleme, 3-Meta işlemleme. Bu 3 düzeye birlikte self-regulatory executive function model (S-REF) ismi verilir. Yani bilgi 3 düzeyde zihinde işlenmektedir. Şöyle bir örnekle anlatacak olursak, ki hastalara da bu şekilde anlatıyorum: Diyelim ben normal bir iş günü hastaneye gittim ve arabayı kilitleyerek yanından uzaklaşırken birden zihnime “arabayı açık bırakmış olabilirim” düşüncesinin geldiğini varsayalım. Benim bu düşünceyle ilişki kurma tarzım şu olursa, “açık bırakmış olabilirim diye düşündüğüme göre açık bırakmışımdır”, “gidip kapıyı kontrol edeyim garanti olsun” diye düşünürüm. Bu düşük-düzeyde işlemlemedir. Eğer “daha önce de açık kaldığını düşündüğüm oldu, fakat hiç açık bulmadım” diye düşünürsem kanıt inceleme tarzında bir değerlendirme ile kognitif işlemleme yapmış olurum. Fakat daha ötesinde “bu zihnimden geçen şey sadece bir intrüzyon ve beni tuzağa düşürmeye çalışıyor” diye düşündüğümde yani aslında kapının açık olabileceği düşüncesini kapının metal dilinin yuvasının içine girip girmemesi eyleminden tamamen ayırdığımda ise meta düzeyde işlemleme gerçekleştirmiş oluyorum. Daha sonra arabanın yanından ayrılıp hastaneye girdiğimde birçok iş yükü arasında zihnin esnek yapısı bu intrüzyonu halletmiş olup başka işlerle meşgul olmaya başlarım. Aslında tam da bu saydığımız nedenlerle hepimiz gün içerisinde yaşadığımız olumsuz deneyimleri, huzursuzluk durumlarını ya da rahatsız edici yorumlamalarımızı bir süre devam eden ve sonra da ortadan kaybolan bir durum olarak yaşantılarız. İşte bu geçici deneyimleri kalıcı hale getiren ve psikopatoloji boyutuna taşıyan ise Wells’e göre biraz önce kısaca bahsettiğimiz ve biraz sonra ayrıntılandıracağımız CAS’tır. Çünkü, CAS gelişmeden zihnimizin esnek yapısıyla kaybolup giden süreç, CAS geliştikten sonra zihni bu olumsuz duygu ve yorumlar içerisinde kilitli şekilde tutmaktadır.